29 Ekim 2012 Pazartesi

EVRİM Mİ YARATILIŞÇILIK MI?/EUGENIE C. SCOTT

Evrim nedir? Charles Darwin’inki başta olmak üzere değişik evrim kuramları neler söyler, neler ortaya atarlar? Bilim evrim kuramını ne kadar doğrular, ne kadar yanlışlar? Öte yandan, yaratılış ve yaratılışçılık nedir? Yaratılışı savunan yaratılışçılar neler söyler, neler iddia ederler, tezleri nelerdir? Bu tezler nasıl ortaya çıkmış, bugünkü hallerine nasıl gelmişlerdir? Bilimin yaratılışçı tezlere yanıtları nelerdir? Ya bilim? Bilim nedir? Neyi inceler, neyi nasıl, hangi yol ve yöntemleri kullanarak inceler? Bilimin penceresinden bakıldığında evrim ve yaratılış nasıl görünür? Bilimin, evrim kuramını savunanlar ve yaratılışçılara yanıtları nelerdir? İki tarafın tezlerine karşı nasıl bir tutum sergiler? Bilimin bulgu ve olgularıyla iki tarafın iddia ve tezleri nasıl ve ne kadar örtüşür? Bütün bu soruların yanıtlarını yeterince biliyor muyuz? Evrim-yaratılış tartışması hakkında ne kadar bilgiye sahibiz? Karşı çıktığımız tez ve iddiaları ne kadar biliyoruz?
Kanımızca, çoğu kişi bu sorulara, çok da gönül rahatlığıyla olumlu bir yanıt veremeyecektir. Bu konuda ortada bir eksiklik, hem de ciddi bir bilgi eksikliği olduğu aşikârdır. Günümüzde, adeta her kesimin bir biçimde katıldığı böylesine yaygın ve hararetli evrim–yaratılış tartışmasında, çoğu kişi yeterince bilgiye sahip değil. Karşıdakinin ne dediğini, neler öne sürdüğünü bilmeden ya da yeterince bilmeden kıran kırana bir tartışmaya girmek doğru değil. Bu eksiklik giderilmeli.
Eugenie C. Scott kimdir?
Amerikalı antropolog, eğitimci ve yazar. ABD’de antropoloji alanında lisans eğitimi almasının ardından yine aynı alanda yüksek lisans ve doktora yaptı. ABD’nin önemli üniversitelerinde öğretim üyesi olarak bir süre dersler verdi, daha sonra bilim eğitimi ve evrim-yaratılışçılık konusu ve tartışmasına yoğunlaştı. 1987’den bu yana ABD, Ulusal Bilim Eğitimi Merkezi’nin (NCSE) yöneticiliğini yapan Scott, aynı zamanda uzun yıllardır ABD’deki evrim-yaratılışçılık tartışmalarının merkezinde yer alıyor. Evrim-yaratılış tartışmalarında dünya çapında otorite olarak kabul edilen yazar bu yüzden pek çok toplantı, konferans, panel, TV programı ve halk konuşmasının aranılan kişisi durumunda. Akademik Fiziksel Antropoloji Topluluğu’nun başkanlığını da yapan yazarın çok sayıda akademik ödülü var. Yazarın elinizdeki kitabının dışında özel olarak “Akıllı Tasarım”ı anlattığı bir kitabı daha bulunuyor.
Kısacası, antropolog ve akademisyen de olan yazar, uzun yıllar ABD’de bilim eğitimi üzerinde yoğunlaşmış ve evrim-yaratılış tartışmasının doğrudan merkezinde yer almış olması nedeniyle konuyu ve tartışmayı en iyi bilenlerden biri. Bu nedenle de, tartışmanın değişik boyutlarının en iyi öğrenileceği kişilerden. Katı ve bağnaz bir evrim savunucusu değil. Bilim insanı objektifliğini korumasını bilmiş. Bu açıdan da güvenilir.

VEDA BUSESİ/UMAY UMAY


“Haritada unutulmuş bir düşüşü işaretliyorum; birlikte hatırlayabileceğimiz bir sır. Bu gece belki de hayatımın en olmadık işini yapıp sana yazmaya çalışıyorum. İfade edilememiş ve bu yüzden kutsal kalan pek çok şey gibi; ifade edemediğim duyguların, sana nasıl ulaşırımların yanıtsız kalan tuzaklarına saplanmaya çalışarak.Ve biraz utanıyorum; ismini yazamıyorum sayfalara. Kırık sözlerin, ellerimi sıkı tut düşüyorumların ülkesinde sadece dört dakikalık bir mektup.”
   Umay Umay’ ın arkası yarın tadında olan "veda busesi" nin dört dakikalık fragmanı.
   Veda busesini diğer buselerden ayıran nedir!?
   Tanrıya veda busesi verilebilinir mi!?
   Veda busesini tanrıya konduranlar, sıfatlardan allahsızlığı mı seçmiş olur!?
  “Ölünceye kadar seni seveceğimi sanmıştım baba ama aşık oldum.” kitabın ilk cümlesi budur… bu cümle Hz. İsa’ya ait olabilir mi ?!
umay2 300x200 Umay Umay   Ellerimi Sıkı Tut Düşüyorumların Ülkesinde Sadece Dört Dakikalık Bir Mektup. veda busesi umay umay Liman Yayın
   Umay Umay Veda Busesi; kalan son dal sigara hazzında ve paketin üzerinde tek solukta içmeniz gerekir önerisi var… Ancak bunu uygularsanız sayıklar bir tonda yukarıda yer alan soruları -ve daha bir çoğunu- kendinize yöneltirken bulabilirsiniz.
   Umay Umay Veda Busesinde; geçmişe yani çocukluğuna, gençliğinin geçmemişliğine mektup yazıyor. Adresi yok. Mektubunu kağıttan uçak yapıp çocukluğuna gönderiyor. Zarfı kaçık çorap, pulu ince topuklu rugan ayakkabı olan bir mektup ne yazar ki demeyin. Gelen mektuba alelacele yanıt yazma şevki ile okursanız işte o zaman Umay Umay’ın neden romatizma ilaçlarıyla intiharlar ettiğini anlayabilirsiniz. (aklımızdakalanlar.com'dan alınmıştır.)
 

24 Ekim 2012 Çarşamba

DESEM Kİ/CAHİT SITKI TARANCI

 
DESEM Kİ ...

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır ,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor ,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini ,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim ,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını ,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm ,
Sende tattım yemişlerin cümlesini .

Desem ki sen benim için ,
Hava kadar lazım ,
Su kadar mübarek ,
Nimettensin ,nimettensin !

Desem ki ...
İnan bana sevgilim inan ,
Evimde şenliksin , bahçemde bahar ,
Ve soframda en eski şarap .
Ben sende yaşıyorum ,
Sen bende hüküm sürmektesin .
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini ,
Rüzgarlarla , nehirlerle, kuşlarla beraber .
Günlerden sonra bir gün ,
Şayet sesimi fark edemezsen ,
Rüzgarların , nehirlerin , kuşların sesinden ,
Bil ki ölmüşüm .
Fakat yine üzülme , müsterih ol ,
Kabirde böceklere ezberlettim güzelliğini ,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede ,
Hatırla ki mahşer günüdür ,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum ...
 
 

EKMEK ŞARAP SEN VE BEN/İHSAN YÜCE

 
Ekmek şarap sen ve ben
Bir de sabahın dördü
Dışarda kar
Odamız ılık
Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
Anlattın bana ağzı sarımsakı kokan bir çocukla yattığını
Aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
Kıskandım Gogeni Tahitilim
Terlemiş vücudunu silerken
Cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
Saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
Güneşi doğurmuştu ölü cisim
Martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
Nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
Sam yelim Sahra-i kebirim
Kahrettim her şeye o gün
Babanın çarap çanağına, Gogen'e, kadere, sana, bana birde gittiğin arabanın tekerine
Ne diyordum arkadaş....
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
Daha sonra yaparım hayatın felsefesini
Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
Bazen kadın hamamında tellak....
Bazen Cristof Kolomb
Napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
Timur'ken Beyazıt'ı yenişimi....
Bir kere Aristo'nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
Eğer daha da içersem
Shaskespare halt etmiş derim karşımda
Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be Platon...
Bir içsinde görsün....Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
Islak kaldırımlarda yürürken acırım
Önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
Ukalalık işte derim neme lazım senin
Kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
Şehrin hizbe sokaklarında
Yavaş yavaş kaybolur benliğim.

21 Ekim 2012 Pazar

AÇLIK/KNUT HAMSUN


"Tanrım, eğer bir daha şükredersem sana kendimden utanırım."

Açlığın doruğunda iken bir kasap dükkanından köpeğine bedava kemik istemek numarasıyla aldığı bir parça etsiz kemiği sokağın bir köşesinde dişlediği sırada kafasını gökyüzüne kaldırıp mırıldanır bu cümleyi Açlık’ın kahramanı Turgen.

Kahramanımız Kristiania’da yaşayan çoğu zaman aç gezen ve tek geçim kaynağı makaleler olan bir kişidir.Kahramanımız romanın büyük bir bölümünde aç ve yorgun gezer.Genellikle bu açlığının nedeni gururu ve ahlakıdır.Bazen bu açlık öyle düzeylere ulaşmaktadır ki kahramanımız Allah’a isyan eder.Bazı zamanlarda da açlığını gidermek için yol kenarlarında bulduğu taş ve ağaçları kemirir,bazen de kasaplara yalan söyleyerek bir parça kemik alır fakat kahramanımız bu kemiği yerken küçük et parçalarını pişmanlığıyla geri kusar.Parasızlık nedeniyle oturduğu harabe evden de atılır ve bir süre dışarılarda yatar.Banklarda uyur.Kahramanımız bazen yazdığı makalelerinden para kazanır fakat bu para kahramanımıza çok kısa bir süre yeter.Parası bittikten sonra kahramanımız yeniden aç dolaşmaya başlar.Kahramanımız öyle uzun süreler aç kalmaktadır ki yemek bulduğu zaman bile yiyemez.Çünkü midesi artık yemekleri kabul edemez.Yediği şeyleri kusar.Kısacası kahramanımız hayatı pembe bir toz bulutu şeklinde değil de daha çok bir hayal dünyası içinde geçirir.Bazı zamanlarda kahramanımız öyle zor durumlara düşer ki gururundan taviz verip sahtekarlık yapar fakat bunu hazmedemez ve hemen yaptığı sahtekarlık yüzünden ağlamaya başlar.İlerdeki günlerde bir gemide ne iş olursa yapacağını söyler ve Kristiani’dan ayrılır.

TOPRAKSIZLAR/METİN YEĞİN

Dünyanın öteki ucunda Avrupa kıtası kadar kocaman bir ülke Brezilya... Ama Üçüncü Dünyalılıktan, IMF’zedelikten ve kesif bir fukaralıktan akraba yaşadığımız coğrafyaya. Neo-liberalizm bütün vahşetiyle Brezilya tarımına ve köylülerine saldırıyor on yıllardır. Sonuç: Genleriyle oynanmış tohumlar, tekelci ekonomilerin dayattığı ekim politikaları, kimyasallara teslim edilmiş bir tarım... Ve bütün bunlara inat uçsuz bucaksız âtıl topraklar...
Bu karanlık tablo içinde güneş sızdıran bir yarık var:TOPRAKSIZLAR! Brezilya’daki işgalci topraksız köylü hareketi MST, dünyaya meydan okurcasına, devrimci bir pratiğin peşinde, sokakları arşınlıyor. Toprakları işgal edip, kolektif tarım yapıyorlar ve yıllardır IMF laboratuarı olmak yerine; kitlesel, doğrudan, radikal ve sürdürülebilir direniş eylemlerini içeren bir Halk Projesi için mücadele veriyorlar. Yüzölçümü Belçika’dan daha büyük bir alanda ve iki milyona yakın kişiyle, mutlu sonla bitebilecek bir dramın peşinde, “başka bir dünya” kurmanın telaşıyla...
Metin Yeğin’in gazetecilik deneyimleriyle ördüğü kitap, Topraksızlar’ın kolektif tarım, alternatif tıp, alternatif eğitim ve demokratik karar alma süreçleriyle yaşama nasıl sahip çıktıklarını gösteriyor. Bütün bu süreci anlatan Topraksızlar vcd’si ise kitabın bir hediyesi...
Başka bir dünyaya, özne’nin kuruculuğuna ve umuda inanıyorsak hâlâ; bu kitabı okumak, bu belgeseli seyretmek iyi gelecektir.

YAZAR HAKKINDA
Metin Yeğin, 1963'te İstanbul'da doğdu. İ.Ü. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cambridge Üniversitesi'nde sinema eğitimi aldı. Hiçbir zaman sınıf başkanı olamadı. 12 Eylül'ü cezaevinde karşıladı.
Metin YeğinMetin Yeğin, dünyanın birçok ülkesinde avukatlık, bulaşıkçılık, taksi şöförlüğü, sandviççilik yaptı. Meksika'da Chiapas'da uluslararası insan hakları gözlemcisi, Ekvador'da bambu evlerin yapımında işçi, Guatemala yerli hakları kongresinde katılımcı, Nikaragua'da karides avcısıydı. Chipas'da Subkumandan Marcos'la, Venezuella'da devlet başkanı Chavez'le, Arjantin'de uluslararası terörizm cezaevi hücresinde Leonardo Bertulazzi ile görüştü. Yaptığı filmler 55 ülkenin festivallerinde oynarken, her festivalde, otel ve kahvaltı karşılığında o ülkelerin filmlerini yapmaya devam etti. İtalya'da Il Manifesto'ya, İngiltere'de Nerve'e, Arjantin'de Pais'e yazdı.
Türkiye'de ve dünyada birçok gazete ve dergiye, ayrıca duvarlara yazı yazmaya devam ediyor. Türkiye'de NTV'ye, Polonya ve Arjantin televizyonlarına belgesel yaptı. Filmleri Rize Çay Kongresi'nde, Arjantin işgal fabrikalarında, Liverpool üniversitelerinde, sokaklarda gösterildi. Açık Radyo'da "İki Maceraperestin İnanılabilir Serüvenleri", "Yeryüzünün Lanetlileri" ve hala sürmekte olan "Dünyanın Sokakları" programlarını yaptı. Bazı filmleri: Likya Yolu (2000), Üç Kıtada Devrialem (2001), F (2001), After (2001), Güzel Günler Göreceğiz (2003), Para Pachamama (2003), Topraksızlar (2003). Kitapları: Topraksızlar (2004), Marcos'la On gün (2000), Firari İstanbul (2001).

15 Ekim 2012 Pazartesi

BOLİVYALI KÜÇÜK ASKER / Nicolas GUILLEN



Bolivyalı küçük asker,
Bolivyalı küçük asker,
sırtında tüfeğin, gidiyorsun

tüfeğin Amerikan malı
tüfeğin Amerikan malı
Bolivyalı küçük asker
tüfeğin Amerikan malı.

Sinyor Barrientos verdi onu sana
Bolivyalı küçük asker
Mister Johnson' un armağanı
kardeşini vurman için
kardeşini vurman için
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurman için.

Kim bu ölü, bilmiyor musun
Bolivyalı küçük asker?
Bu ölü Che Guevara,
Arjantinliydi Kübalıydı
Arjantinliydi Kübalıydı
Bolivyalı küçük asker,
Arjantinliydi Kübalıydı.

En iyi dostundu senin,
Bolivyalı küçük asker,
yoksulların dostuydu
doğudan dağlara kadar
doğudan dağlara kadar
Bolivyalı küçük asker
doğudan dağlara kadar.

Gitarım tepeden tırnağa
Bolivyalı küçük asker
yas tutuyor, ağlamıyor
ağlamak insan işi
ağlamak insan işi
Bolivyalı küçük asker
ağlamak insan işi.

Sırası değil ağlamanın
Bolivyalı küçük asker
ele mendil yakışmaz şimdi
ele tırpan yaraşır
ele tırpan yaraşır
Bolivyalı küçük asker
ele tırpan yaraşır.

Para veriyorlar sana
Bolivyalı küçük asker
alıp satıyorlar seni
bu iş zalimin işi
bu iş zalimin işi
Bolivyalı küçük asker
bu iş zalimin işi.

Vakti geldi uyanmanın
Bolivyalı küçük asker
dünya ayağa kalktı
erkenden doğdu güneş
erkenden doğdu güneş
Bolivyalı küçük asker
erkenden doğdu güneş.

Doğru yolu tutmaya bak
Bolivyalı küçük asker
kolay bir yol değil bu
kolay değil, düzgün değil
kolay değil, düzgün değil
Bolivyalı küçük asker
kolay değil, düzgün değil.

Şunu öğrenmen gerek
Bolivyalı küçük asker
kardeş dediğin vurulmaz
kardeşini vurmaz insan
kardeşini vurmaz insan
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurmaz insan.

2 Ekim 2012 Salı

ÇOCUKLUĞUN SOĞUK GECELERİ


“Pazar günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek………. isterim hep.”

Tezer Özlü hep gitmek istemiş. Çünkü Özlü ‘ye göre “Güzel olan, gerçek olan dış dünya ve o dünyanın insanın kulaklarına varan uğultusudur. Ve yaşam, yalnızca sokaklardadır”.