30 Kasım 2012 Cuma

KÜÇÜK KARA BALIK/SAMED BEHRENGİ



   Küçük Kara Balık, İran'lı yazar Samed Behrengi'nin bir yapıtıdır.
   Kitapları dünyanın birçok diline çevrilen, İran şahlık rejiminin muhalif yazarı Samed Behrengi'nin en ünlü iki kitabından biri olan Küçük Kara Balık,12 Eylül Darbe'si sürecinde Türkiye'de yasaklandığı gibi, halen İran'da da yasaklı kitaplar listesinde bulunmaktadır. Çocuklar için yazılan bir masal kitabı olmanın ötesinde, adalet, eşitlik, dogmayı sorgulama, direnebilme kavramları vurgulayan bir başyapıt sayılan eser; Türkiye'de Adana Devlet Tiyatrosu tarafından M.Şekip Taşpınar yönetiminde 2008-2009 sezonunda sahnelenmiştir.Behrengi, bu kitapla dünyanın birçok yerinde tanındı ve sevildi, diğer önemli eseri olan Bir Şeftali Bin Şeftali de Küçük Kara Balık kadar tutulmuştur. Yedi yaş üstü masal kitabı olarak önerilen yapıt, Bratislava ve Bolonga Dünya Çocuk Kitapları Fuarlarında ödüller almış ,farklı çevirmenler tarafından Türkçeleştirilmiş olup, Türkiye'de ilk basımı 1975 yılında olmuştur.Küçük Kara Balık, Mehmet Sönmez'in çizimleriyle nitelikli bir anlam kazanmış olup, her yaştan okuyucuları tarafından "Dünyanın en devrimci balığı" olarak yorumlanmaktadır.
   Denizin en derin sularında yaşayan yaşlı bir balığın, 12.000 çocuğu ve torununa anlattığı öyküde, bir ırmakta yaşayan küçük kara balığın, çevresindeki bütün baskılara, tutucu düşünce yapısına karşı, denize, özgürlüğe ulaşma çabası, karşılaştığı zorluklara karşı direnerek yaşamı pahasına amacına ulaşmasını ve geride kalıp onu engellemeye çalışan bütün balıklara yol gösterici olması anlatılmaktadır.
   (wikipedia.org'dan alınmıştır.)

28 Kasım 2012 Çarşamba

YENGEÇ ADIMLARIYLA/UMBERTO ECO


Umberto Eco, siyasetten medyaya, savaştan Latinceye, Siyon Bilgeleri Protokolleri'nden dinbilime kadar pek çok konuda söz alırken, engin tarih, edebiyat ve popüler kültür bilgisini konuşturuyor ve zekâ ürünü ironisini sürdürüyor.

20. yüzyılın en önemli düşünce adamlarından
Umberto Eco'nun 2000-2005 yılları arasında (yani 21. yüzyılın ve "üçüncü binyıl"ın hemen başında) yazdığı yazılardan bir seçme...

Eco, "Tarih"in artık "yengeç adımlarıyla" yani geriye giderek ilerlediğini öne sürüyor. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla sona erme sürecine giren elli yıllık Soğuk Savaş'ın ardından yeni binyıla duyulan kaygılarla açılan dönemde pek çok yengeç yürüyüşü var: Körfez, Kosova, Afganistan ve Irak'ta "Yeni Savaş"ların başlaması; 11 Eylül saldırılarıyla yükselen İslamofobinin nerdeyse Haçlı Seferleri'ne dönüşmesi; Darwin karşıtı tartışmaların alevlenmesiyle Hıristiyan köktendinciliğinin yeniden ortaya çıkışı; Çin'in gelişmesiyle birlikte "Sarı Tehlike" hayaletinin canlanması, Yahudi düşmanlığının geri dönüşü; İtalya'da Silvio Berlusconi'nin "medyatik popülizm"inin yükselişi... İletişim alanındaki en belirgin yengeç yürüyüşü ise "ağır iletişim"den (televizyon) "hafif iletişim"e (internet ve devamı) geçişle medyanın kimlik değiştirmesi.

Eco, siyasetten medyaya, savaştan Latinceye, Siyon Bilgeleri Protokolleri'nden dinbilime kadar pek çok konuda söz alırken, her zamanki gibi engin tarih, edebiyat ve popüler kültür bilgisini konuşturuyor ve zekâ ürünü ironisini sürdürüyor.

26 Kasım 2012 Pazartesi

KÜÇÜK PRENS/Antoine de Saint-Exupéry



Küçük Prens (Fransızca Le Petit Prince) Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry'nin en ünlü romanı. 1943'te yayımlanmıştır. Roman New York'ta bir otel odasında yazılmıştır. Kitapta Exupéry'nin çizimleri de bulunur.

Basit bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeren KüçükPrens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır. Sahra Çölü'ne düşen pilotun Küçük Prens'le karşılaşması ile başlayan kitapta Küçük Prens'in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.

Kitapta Küçük Prens'in yaşadığı asteroidi (B612) bulan bir Türk astronomdur. Hatta bu astronom asteroidi uluslararası bir kongrede anlatır ama fesli kafası ve doğulu giysilerinden dolayı kimse onu dinlemez, ama bir Türk diktatörün kıyafet devrimi yapıp herkesi Avrupalı gibi giyinmeye zorlamasından sonra aynı astronom bu defa modern kıyafetlerle kongreye katılır ve herkes ikna olur. Atatürk'ü bir diktatör olarak tanıtan bu satırlar yüzünden uzun yıllar Türk okuyucusu kitabı sansürlü okudu. Yine bu yüzden kitap, eleştirilere maruz kalabileceği gerekçesiyle 2005 yılında ilköğretim öğrencilerine önerilmek üzere hazırlanmış olan 100 Temel Eser arasından çıkarıldı.

Dünya çapında çok okunan ve çok sevilen bu kitabın yazarı Saint Exupéry, kitabı yazdıktan altı yıl sonra Le Petit Prince adlı bir uçakla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Fransa'da çok sevilen Küçük Prens'in resmi 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.
kaynak: tr.wikipedia.org

25 Kasım 2012 Pazar

YALINAYAK GEN


   Yalınayak Gen, atom bombasının öncesini, bombanın atıldığı günü ve sonrasını, bir çocuğun gözünden anlatan güçlü, trajik ve otobiyografik bir öyküdür. Duyguların ve yaşananların dürüstçe ifadesi, dünyanın dört bir yanındaki çocuklara ve yetişkinlere hitap etmektedir. Yalınayak Gen, savaşın masum insanlara yaşattığı acıların bir hatırlatıcısı, korkunç bir acı kaynağı olan atom bombasının ve ABD vahşetinin belgesidir.

TEMPLE GRANDIN



Genç ve otizm hastası bir kadın dünyayı diğer insanlardan çok farklı olarak görmektedir. Hafızasına aldığı anlık olaylar ansızın gözlerinin önüne gelmekte ve bu durum ona, dünyaya çok daha derinlemesine bakabilme imkanı tanımaktadır. İnsanlarla diğer canlılar arasında yaşama dair bağlantılar kurabilmektedir. Onun bu iletişim becerileri Otizm kavramına çok daha farklı anlamlar yüklenmesine neden olur ve etrafındaki tüm insanlara bu becerileri ile yeni bir ufuk açma çabası içine girer. Ancak hayatı boyunca, kendisini çok farklı değerlendiren bütün bu insanlara unutamayacakları tecrübeler yaşatacak ve sevginin, merhametin ne demek olduğunu öğretecektir…
Temple Grandin’nin bu hikayesi gerçek bir hayattan alınma. Kendisi 1947 yılında Boston, Massachusetts’de doğmuş olan bir Otizm hastasıdır. Ancak hayata değer katma alanındaki çalışmaları ve özellikle hayvan içgüdüleri konusundaki başarılarıyla doktorasını tamamladıktan sonra, Colorado Eyalet Üniversitesinde profesörlük ünvanı almıştır. Aynı zamanda, filmde de anlatılacağı üzere; Hug Machine (Sarılma Makinesi) isimli bir ürün de icat etmiştir..
Hayatıyla, eserleriyle ve yaptıklarıyla dünyaya adını altın harflerle yazdırmış olan Temple Grandin’in biyografi filmi mutlaka izlemenizi öneriyorum.

İÇİMDEN GEÇEN ZAMAN/GÜLDAL MUMCU


GÜLDAL Mumcu kitabında eşi Uğur Mumcu’nun öldürülmesini ve sonrasını anlattı. Milyonları sokağa döken olay 24 Ocak 1993 Pazar günü, saat tam 13.25’te yaşandı. Ülkemizde araştırmacı gazeteciliğin öncüsü; laik, cumhuriyetçi, demokrat bir Türkiye’nin savunucusu Uğur Mumcu, arabasına konan bir bomba ile inandığı değerler uğruna öldürüldü.
Eşi Güldal Mumcu, o günü ve o günden sonra yaşadıklarını “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabında anlatıyor. Suikastın karanlıkta kalmış pek çok ayrıntısını gün ışığına çıkarıyor, yalın anlatımıyla sarsıyor.

SEVME SANATI/ERICH FROMM


Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez.
Hiçbir şey yapamayan, hiçbir şeyden anlamaz.
Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir.
Oysa anlayan biri,
hem sever hem fark eder hem de görür...
Bir şeyde ne kadar bilgi varsa,
o kadar büyük sevgi vardır...
Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda
olgunlaştığını zanneden biri,
üzümleri hiç tanımıyor demektir.
- Paracelsus...


(...)Sevgide iki varlığın bir olması, gene de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri ikilemi gerçekleşir.
(...) Olgun sevgi, “Seni sevdiğim için sana gereksinmem var” der.
 

GÜLÜN ADI/UMBERTO ECO

 
Gülün Adı adlı bu dev romanıyla bir anda dünyanın dört bir yanında ünlenen italyan yazarı Umberto Eco, aslında çok yönlü bir bilim adamı. İtalya` da, Bologna Üniversitesi`nde öğretim üyesi, semiolog, tarihçi, filazof, estetikçi, müthiş bir ortaçağ uzmanı, üstelik James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış biri. Gülün Adı , yazarın ilk romanı. 1980` de yayımlandı. Kısa sürede dünyanın pek çok diline çevrildi. 1986 ` da, yazıldığı dilden Şadan Karadeniz` in büyük bir ustalıkla dilimize çevirdiği bu roman, ülkemizde de çok beğenildi.
Filmi de dünyanın dört bucağında büyük yankılar uyandırdı. Bu romanın başarısında, yazarın Ortaçağ konusunda derin ve dolaysız bilgisinin kuşkusuz büyük payı var. Tam anlamıyla Ortaçağ dünyasını yansıtmakla birlikte
Gülün Adı, kesinlikle çağdaş bir roman: Çağdaş
edebiyata yepyeni ve uzun soluk getiren özgün bir yapıt. Bir anlamda Ortaçağda geçen, Hristiyanlık düşüncesini tartışan tarihsel bir roman. Bir anlamda da ustaca kurulmuş sürükleyici, polisiye bir roman. Bu yapıtından sonra Umberto Eco, iki roman daha yazdı:Foucault Sarkacı ve Önceki Günün Adası adını taşıyan bu iki dev romanından başka Umberto Eco `nun, birbirinden ilginç deneme kitaplarını da yine Can Yayınları arasında bulabilirsiniz.

BİR GÜN TEK BAŞINA/VEDAT TÜRKALİ

 
 
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden önce Türkiye içten içe kaynıyor. Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri… Yaşam, Kenan’a kendini bir kez daha sınama olanağı verir.

DİRİMİN ÖLDÜRÜLÜŞÜ/WILHELM REICH

 
W. Reich, bu önemli ve sürükleyici çalışmasında, İsa'nın yaşamının ve ölümünün anlamını araştırıyor. İsa'nın o dehşet verici ölümüne, Sokrates'in zehir içmesine, Galileo'ya işkence edilmesine, Bruno'nun ateşe atılmasına neden olan, insanoğlundaki bedensel ve ruhsal katılaşmanın adı olan 'coşkusal veba'yı ele alıyor. İnsanoğlunu yüzyıllar boyunca 'yaşayan' her şeyin şu ya da bu şekilde yok edilmesinden sorumlu olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde, Reich'ın kendi trajik ölümü de bu eserde ortaya konan sorunların ortadan kalkmadığını, insanoğlunun, yaşamı, dirimi, doğruyu (hakikati) yok etmeye devam ettiğini göstermektedir. Okurlar, 'Dirimin Öldürülüşü'ndeki temel sorunların, çağdaş insanın ve toplumların bugüne dek içinden çıkamadığı, hatta daha da karmaşık hale getirdiği güncel sorunlardan başkası olmadığını açık açık göreceklerdir...                           

17 Kasım 2012 Cumartesi

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR/25. MEKTUP


Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. Küllerini sana göndereceğim. 

işte! Hepsi önümde duruyor. Şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? Üzerini < Seni daima seveceğim > diyerek imzalamışsın. Bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum. Bana en yakın olduğun resimdi... Karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... için benimle doluydu, bakışların gibi. Önce bu resmini yakacağım, bu en çok sen olan resmini. Sonra da diğerlerini yakacağım. Hepsi birer birer kıvrılıp kül olacak sonunda. 

Ya mektupların? Her birini çok çok öptüğüm mektupların... Satır satır içimde çakılı duran mektupların. Onlar da yanacak. Senden madde olan hiçbir şey kalmasın bende, istemiyorum. içimde bıraktığın eziklik yeter artık. Artık seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. Seni bütün arzuların üzerinde, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. Sensiz bir dünya yaratacağım senden. Dünya duracak ama sen durmayacaksın. Zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. Bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. Ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. Seni maddenin dışına çıkarıyorum. Ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana.. Anlamıyor musun? 

Daha düne kadar her yerini ayrı ayrı seviyordum. Ellerini tuttuğum zamanlar ürperirdim, başım dönerdi gözlerine bakınca. Dudakların her öpüşte yeniden dünyaya getirirdi beni. Al işte, hepsini sana bırakıyorum. Güzelliğin de senin olsun dişiliğin de.. Göreceksin, bir gün her yerin şu mektuplar, şu resimler gibi kül olup dağılacak. Bir tel bile kalmayacak saçlarından. Niceleri gibi sen de göçüp gideceksin bir gün.. Önce güzeliğin terk edecek seni. Ellerin buruşacak, belin bükülecek, ak pak olacak saçların. Boş bir çuvala döneceksin. Gözlerinde o vahşi pırıltı kalmayacak, bütün ateşi sönecek dudaklarının...Ama ben o halinle bile seni terketmeyeceğim. Çünkü benim içimde hep bugünkü gibi kalacaksın. Taptaze, sımsıcak ve korkunç güzel! Yalnız benim gözlerimde bir manası olacak bakışlarının. Ben yok olduğum zaman da satırlarımda yaşayacaksın. Hiç ihtiyarlamadan, hiç değişmeden, hiç tükenmeden... Adım adınla anılacak, adın adımla.. 

Mektuplarınla resimlerini yakacak gücü kendimde bulamasam, o zaman da kendimi yakardım. Şu herkeste seni gören gözlerimi, şu her yerde sana koşan ayaklarımı ve şu her zaman sana yazan ellerimi yakardım. Tenimden yükselen alevler ta Allaha kadar uzanır, ona çaresizliğimi anlatırdı. Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım. Biraz sonra mektuplarınla resimlerni tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun. istersen hayatım da.. Ama sen kendinin bile olamayacaksın artık. Ben yaşadıkca, adım söylendikçe... 

Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum...

Ümit Yaşar Oğuzcan

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR/9. MEKTUP


kimdi o? yanındaki kimdi? ne konuşuyordunuz? işte buna dayanamam. kahrolurum.

dün gece ne yaptın? nereye gittin? ah otursaydın, beni düşünseydin ya? eğlenebildin mi bari? yatarken ne okudun? sonra iyi uyuyabildin mi? rüyanda neler gördün? söylesene.. anladım artık beni sevmiyorsun. sevdiğini sanmakla yanılmışım. zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim. kıskancım. fazla hisliyim. suçluyum. kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. zayıf, bencil bir adamım öyleyse. sonra yalancıyım, iki yüzlüyüm. seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum. bilmiyorsun. kendime göre hesaplarım var benim. yanımda olman gurur veriyor,sevinç veriyor bana. fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. hep benim ol. günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol.

beni seviyor musun? evet mi? öyleyse söyle. kimdi o? yanındaki kimdi? nereye gidiyordunuz? seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. sen zalim olma. anlamıyorsun, anlamıyorsun.... biraz anla beni. sana sitem etmeyeceğim artık. bütün suç benim. seni bu kadar sevmemeliydim. şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevilmeye hakkı var. kendimizi ne sanıyoruz? biz kimiz? sus cevap verme. teselliye ihtiyacım yok.

seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. göreceksin...


Ümit Yaşar Oğuzcan 

16 Kasım 2012 Cuma

ÇIPLAK DENİZ ÇIPLAK ADA/YAŞAR KEMAL



Yaşar Kemalin Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanı ile başlayan, Karıncanın Su İçtiği ve Tanyeri Horozları kitaplarıyla devam eden Bir Ada Hikayesi dörtlemesi, son kitabı Çıplak Deniz Çıplak Ada ile tamamlandı.
Bir Ada Hikâyesi dörtlüsü, savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistana gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu alır. Umut romanın başkahramanıdır. Dörtleme hem bir Yaşar Kemal klasiğidir hem de diliyle, yarattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar Kemalin romancılığında önemli bir yeniliği işaret eder. Yaşar Kemal, mitos yaratıcısıdır Ağıtların diliyle, kendi özgün dilini (hiçbir yazara benzemez ve asla taklit edilemez) harmanlamış, çeviride bile yitmeyen anlatısını kurmuştur. Bu dörtlüyse, tarihle destanların kaynaşmasıdır. Yaşar Kemal tarihi roman yazmaz bu dörtlüde, bir tarih var eder.
Çıplak Deniz Çıplak Ada, Yaşar Kemalin yerlerinden edilen insanların Egede bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarının destansı öyküsü Bir Ada Hikâyesinin dördüncü ve son kitabı. Dörtlünün bu son romanında, geçmişin yaraları kapanmaya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır Ağaefendiyle Melek Hatun, Poyrazla Zehra, Ali Hüseyinle Nesibe muradına erecektir; Lena Ananın hasretle yollarını beklediği kayıp oğulları da geri dönmüştür ama balıkçıların reisi Hıristonun başına beklenmedik bir olay gelir.


15 Kasım 2012 Perşembe

CEHENNEME ÖVGÜ/GÜNDÜZ VASSAF



   Totalitarizmin kendini yeniden üretmesi, yalnızca baskıcı güçlerin zora dayalı yöntemleriyle değil, bireylserin de sınırlı bir özgürlüğe razı olmasıyla gerçekleşir. Yaratıcılığını zorlayarak özgürlüğünü zenginleştirmek çabasına girmeyen birey, var olanla yaşamayı seçer. Bu noktada düzen, bireyin onayıyla ayakta kalıyordur artık. "Seçme özgürlüğü" düzenin sunduğu çeşitlilik oranında vardır: Ya şu ya da bu" dur. Gündüz Vassaf ise, böylesi bir bir seçme özgürlüğü"nün tutsaklaştırıcı yanlarına dikkat çekerek "ya hep ya da hiç"i önerir... Ve totalitarizmi ayakta tutan kimi kavramların ne denli kof olduğunu gösterir. Gündüze karşı geceden, cennete karşı cehennemden, konuşmaya karşı sessizlikten, akla karşı delilikten, anlaşmaya karşı anlaşmazlıktan yana olur. Kahramanlığa karşı çıkar, "hain"leri savunur...  



14 Kasım 2012 Çarşamba

TİKİ KABİLESİ/ADEM SARIKAYA


   "Tiki Kabilesi", genç yazar Adem Sarıkaya’nın ilk romanı. Sarıkaya’nın fantastik romanı, yeni keşfedilmiş bir kıtaya şans eseri yolu düşen Sapsız Mahmut'un başından geçen maceraları hikâye ediyor. Yağmurla Yıkanan Tin, Ağlayan Bulut, Kayan Yıldız, Uçan Sıpa, Sapsız Mahmut ve Don Salvador gibi karakterlerin yer aldığı bu yeni dünyada, insanın varoluşsal kaygıları merkeze alınıyor. Her bir karakter kendi oluşunun sırlarını anlamlandırmaya çalışırken, aynı zamanda yaşadığı sıkıntılardan ve anlamsızlıklardan çıkma yollarını da araştıracaktır. Bir dörtleme olarak düşünülen kurgunun ikinci romanı da, "Barbaros’un Aslanları" ismiyle yayımlanacak.
   Yine çok okuyup,çok düşünenlere tavsiye edeceğim eğlenceli bir roman.

KIZILCIK OPERASYONU/YÜCEL SARPDERE


   Kızılcık Operasyonu, Yücel Sarpdere'nin ikinci mizah romanı. Yazarın, büyük beğeni toplayan ilk romanı Vatandaş Abuzer, mizah silahını 12 Eylül dönemine doğrultmuştu. Kızılcık Operasyonu'nda ise daha yakın bir dönemin olaylarına tanık oluyoruz. Romanın baş kahramanı Dilaver, aldığı cezalarla askerliği bir türlü bitmeyen, "kıdemli" bir askerdir. Bu arada birbirinden ilginç olaylar kahramanımızı önce sürgün bölüğüne, ardından da Somali'ye gidecek Türk bölüğü içinde ilk sıraya taşır. Ve sonra, beklenmedik bir dizi tesadüfün ardından, Dilaver'i askerlik görevini tamamlamış olarak küçük bir kıyı kasabasında görürüz. Olaylar birbirini kovalar, gelir, o adı büyük "operasyon"a dayanır... Bütün bu olaylar içinde toplumsal yapı, devlet organlarının işleyişi, insan ilişkileri keskin hatlarıyla karşımızda belirir. Katıla katıla gülme isteği uyandıran kitap, bizi yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle yüz yüze getirerek ağzımızda acı bir tat da bırakıyor.
(Arka Kapak)

   Gülmekten kırılarak okuduğum bir kitaptı.Fazla okuyup,fazla düşünenlerin gülme ihtiyacını karşılayacak nitelikte harika bir roman :)

11 Kasım 2012 Pazar

EŞİKALTI BÜYÜCÜLERİ/AHMET ŞERİF İZGÖREN


   Yazarın kişisel gelişim ile iş ve yönetim alanlarında yazdığı on bir kitabın dokuzu on bin adedin üzerinde basılmıştır. Dikkat Vücudunuz Konuşuyor isimli kitabı 34 baskı yaparak beden dili alanında rekor sahibi olmuştur. Ayrıca liderlik, takım çalışması, yönetim ve iletişim konularında verdiği seminerlerle de tanınan Ahmet Şerif İzgören, son kitabı Eşikaltı Büyücüleri ile farklı bir konuya dikkat çekiyor.
   İzgören, bu kitabında reklamların dile getirilmemiş yüzünü ortaya çıkararak bir ilke imza atıyor. Kelime, görüntü ve sesler vasıtasıyla bilinç algımızın sınırının altında yapılan etkileme çalışmasını 'Eşikaltı yöntemler' diye adlandırarak, reklamlarda kullanılan bu yöntemlerle dehşet, ölüm ve seks olgularının bilinçaltımıza yerleştirilmesini eleştirel bir dille anlatıyor. Altı yıllık bir araştırmayla sigara, alkollü içkiler, parfüm, otomobil, moda, gıda ve cep telefonu sektörlerinden onlarca reklamı bir araya getiren bu titiz çalışma Türkiye'de bir ilk olma özelliği ile de öne çıkıyor.
   Yazar 'Son Söz' bölümünde konunun farklılığını şöyle açıklıyor: 'Kitabın içindeki yüzlerce örnek, on binlerce reklam arasından seçildi. Konuyla ilgili TV'de, gazetelerde bugüne kadar bir şey duymadım. Bu, bu alanda Türkiye'de yayımlanmış ilk kitap. Birkaç araştırmacı öğretim üyesi ve Eşikaltı reklamcılığını uygulayan birkaç reklamcı dışında konuyu bilen yok. Bakın bundan sonra TV ve gazetelere ne uzmanlar çıkmaya başlayacak.'
   Bu kadar çok ve bu kadar farklı reklamda bu kadar benzer öğeye rastlamak aklımıza birkaç sorunun takılmasına neden oluyor: Gündelik hayatımızda her gün gördüğümüz sıradan ürünler, reklamlar ve görüntüler zannettiğimiz kadar masum mu? Her gün milyonlarca kişinin içtiği içeceklerin, giydiği elbiselerin televizyon, dergi ve gazetelerde gördüğümüz reklamların insanlara ölümü hissettirmesi, insan beyninin en ücra köşelerindeki bazı üstü örtülü mekanizmaları harekete geçirmesi mümkün mü?
(Tanıtım bülteninden)


7 Kasım 2012 Çarşamba

SUBLIMINAL İŞGAL/SEFER DARICI


"İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır..."
-Mark Twain-

Kapitalizmin geçtiğimiz yüzyılın ortalarında keşfettiği ve ilk örnekleri sinema filmlerinde "25. Kare" tekniğiyle sinsice bilinçaltımıza nüfuz eden subliminal mesaj fenomeni artık çağımızda her yanımızı kuşatmış durumda. Reklamlar, dizi filmler, afişler, aklınıza gelebilecek bütün argümanlarla algı sistemimizi dumura uğratan, korteksimizi devre dışı bırakarak bize arzularımızı ihtiyacımızmış gibi empoze eden, profesyonelce uyguladığı arketiplerle bilincimizin etrafından bir yılan gibi süzülerek ruhumuzu muhasara altına alan bu ikna makinesinin tüm parçalarını sökerek onu deşifre eden Subliminal İşgal, Marx'ın, "Eğer kötülük olmasaydı tarih de olmazdı!" sözüne atıfta bulunarak hepimizi aydınlatmayı amaçlıyor.

Evet, her şey mükemmel olsaydı ne tespit edilecek bir çarpıklık ne de tarihe düşülecek bir not olurdu. Ama ne yazık ki bizler, özellikle de çocuklarımız büyük bir saldırı altındayız. Eğer bizi biz yapan bütün değerleri altüst eden, tüm zaaflarımızı sömüren, bir türlü doymayıp artık her şeyimizi talep eden sistemin bu son ve en büyük dayatmasına direnmek istiyorsak, önce onun yöntemlerini öğrenmek, sonra da savaşmak zorundayız...
(Tanıtım Bülteninden)

4 Kasım 2012 Pazar

DELİLİĞE ÖVGÜ/ERASMUS


   Erasmus (1469-1536) Rönesans hümanizminin en büyük temsilcilerindendir. İlk olarak 1511'de yayımlanan Deliliğe Övgü, güncelliğini zamanımıza değin koruyabilmiş başyapıtıdır. Erasmus, dostu Thomas More'u eğlendirmek için bir yolculuk sırasında bir haftada yazdığını söylediği Deliliğe Övgü'de şu soruyu sorar: İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve salt özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir? Gülmece bu çerçevede gelişir ve söz kendisini övmesi için deliliğe bırakır. Delilik, yaratıcısının savunduğu her şeyi eleştirerek gençliği, hayattan zevk ve neşe almayı, baş döndüren cinselliği över. Çocuklukta, yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve evlilikte, savaşta ve barışta, kendisinin insanlara nasıl egemen olduğunu ve onları nasıl mutlu kıldığını gösterir. Deliliğe Övgü, yazılışından günümüze felsefe ile gülmecenin birleştiği en yetkin ürünlerden biri olma özelliğini sürekli korumuş bir kitaptır.

O DA BİR ANA

  
   1981'de Belfast'ta ki bir cezaevinde yapılan açlık grevinden hareketle çekilen Some Mother's Son,etkileyici bir politik drama.Terry George'un yönettiği film,IRA ile ilişkisi olduğu için hapse atılan Gerard Quigley ve annesi Kathleen'in yaşadıklarını anlatıyor.
   Özellikle içinde bulunduğumuz süreçte,açlık grevlerine dikkat çekeceğini düşündüğüm bir film.