10 Mart 2013 Pazar

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR/ECE TEMELKURAN

Bir kadının kalbini fena kırmış bir adam...

O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın... Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı. Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafyada, Ortadoğu’da geçiyor. Saraylar devrilip, meydanlar dolarken sorular kalıyor geriye. Her yola en az bir soruyla çıkılır çünkü: Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden?

"Amira, bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgârına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım. Yoksa biz ne kadar sevilsek tamir olmayız."

(Tanıtım bülteninden)

EINSTEIN/WALTER ISAACSON

20. Yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak kabul edilen Albert Einstein’ın, sıra dışı yaşam hikâyesine doğru etkileyici bir yolculuğa hazır olun!

CNN’de yönetim kurulu başkanlığı ve Time dergisinin yazı işleri müdürlüğü gibi önemli pozisyonlarda görev alan ve halen Aspen Enstitüsü’nün başkanlığını sürdüren, Kuzey Amerikalı biyografi yazarı Walter Isaacson tarafından kaleme alınan bu değerli kitap Albert Einstien’ın, tüm eserleri ortaya çıktıktan sonra yazılan ilk kapsamlı biyografisi.

Isaacson, tüm dünyada büyük satış rakamları yakalayan ‘Benjamin Franklin: Bir Amerikalının Hayatı’ adlı biyografi kitabında olduğu gibi bu kitabında da yine pek çok bilinmeyeni ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yazar bu kez, Einstein’ın bilimsel düş gücünün, isyankâr doğasından nasıl çıktığını gösteriyor bizlere…

Einstein’ın zihni nasıl işliyordu? Onu dâhi yapan neydi?
Bunlar gibi pek çok sorunun yanıtı, bu büyüleyici ve ilham verici kitapta!..
Kaynak:tudem.com

7 Mart 2013 Perşembe

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


8 MART Dünya Emekçi kadınlar Günü Kutlu Olsun!

8 mart dünya emekçi kadınlar günü tarihçesi
"8 Mart günü, emekçi kadınların mücadele tarihinde önemli bir yere sahiptir. 
Bundan yaklaşık 150 yıl önce, Amerika’da New York’lu kadın tekstil işçileri sokağa çıktıklarında tek bir istekleri vardı: Eşit işe eşit ücret ve günde 16 saat olan çalışma saatlerinin düşürülmesi... Kısacası hayvan gibi çalıştırılmak istemiyorlardı.
Ama patronların ve ABD devletinin yanıtı hayvanca oldu. Grev zor kullanılarak bastırıldı, fabrika ateşe verildi ve yüzlerce kadın yanarak öldü.
Ancak emekçi kadınların mücadelesi bu olaylarla bitirilemedi. Bu büyük katliamdan yaklaşık 50 yıl sonra 8 Mart 1908’de bu kez Chicago’da, kadınlar yine sokaklara çıktı. Bu kez talepleri çok daha ileriydi: 8 saatlik işgünü istiyorlardı, oy hakkı istiyorlardı, çocuk emeğinin sömürüsünün engellenmesini istiyorlardı.
Yanıt yine gecikmedi... Sokaklarda gösteri yapan emekçi kadınların üstüne ateş açıldı, bir günde 140 kadın emekçi öldürüldü, yüzlercesi tutuklandı.
8 Mart’ın tarihi işte böylesine kanlı bir mücadele geçmişine dayanıyordu. 1910 yılında toplanan 2. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle dünya emekçi kadınlarının taleplerini ortaklaşa dile getirebilecekleri bir gün olan 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edildi.
Onlar, New York ve Chicago caddelerinde kurşunlananlar, emeğiyle geçinen ve emeğini savunan insanlardı. Bugün 8 Mart gününü kokteyl ve balolarla sözde kutlamaya çalışan politikacı eşleriyle keyfi yerinde burjuvaların bile bile üstünden atladıkları gerçek, 8 Mart’ın tarihinin kanla yazılmış olmasıdır."

3 Mart 2013 Pazar

MUZ SESLERİ/ECE TEMELKURAN


Hep bir iç savaştır aşk. Bir neden arar kendine… Tıpkı Ortadoğu gibi… Ruhla etin bitmeyen savaşı gibi. Ece Temelkuran'ın ilk romanı 'Muz Sesleri', herkesi hiç kimse yapan sessizlikten kurtulmanın, kendi Ortadoğunuzu bulmanın romanı.

Temelkuran, Beyrut’ta yazdığı romanıyla, Türkiye’ye, “Aslında sen de Ortadoğulusun,” diyor. Odağında erkeklik, kadınlık, savaştaki şiir, İslami direniş gibi kavramların yer aldığı 'Muz Sesleri’nde Temelkuran, okurlarına yeni bir dil ve şaşırtıcı bir kurguyla aşkı ve savaşı anlatıyor.

Kaynak:ntvmsnbc.com

HÜSEYİN EROĞLU/ESKİCİ


CEMAL SÜREYYA


28 Şubat 2013 Perşembe

ATEŞ GÜNEŞ VE ADA/ERTÜRK AKŞUN


"Bazı filozofları vardır, herkesin hayatında bir kere tesadüf ettiği. Belli bir yaşa gelmiş, görmüş geçirmiş erkekler oluşturur bu grubu. Sakin, yer yer etkileyici, yer yer sinir bozucu olurlar. Bu “abi”ler bilhassa ilişkiler konusunda önemli tespitlere sahiptirler ve paylaşmaktan çekinmezler. Erktürk Akşun’un Ateş, Güneş ve Ada kitabını okuduğumda gözümün önünde böyle bir bar filozofu canlandı, ne yalan söyleyeyim. Ama bir farkla. Bu saygı duyulacak olanlardan. İtiraf etmek gerekir ki, kendi dünyasına, yani “erkek dünyasına” dair en samimi itiraflar ve düşünceler var burada. Aşktan büyük memelere, hayattan güzel kadınlara, korkmaktan dolgun kalçalara, kaderden ilişkilere, sevgiden kadınlara, sonra yine kadınlara dair her şey. Kabul etmek gerek, birçok erkek için hayatın en önemli meselesi kadınlardır ve bu meseleyi çözüme ulaştırmaya çalışırken büyürler, yaşarlar… Ertürk Akşun işte bunu söylüyor aslında. Öyle nasıl davranılması gerekir nev’inden yol gösterici ucuz numaralara girmiyor. Aklındakiler neyse onları söylüyor bütün sakinliğiyle. Eğlendiriyor da aynı zamanda. Arada kısa bir veya iki paragraflık ‘okkalı’ denemeler de yer alıyor kitapta. Katılacağınız noktalar olacaktır, katılmayacağınız noktalar da. Ama hak vereceğiniz yerler hiç de azımsanacak gibi değil, baştan söyleyeyim."


27 Şubat 2013 Çarşamba

BAŞKALDIRAN İNSAN/ALBERT CAMUS

"Hayır!" demeyi bilen insandır Başkaldıran İnsan; ama kime, neye,
nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan `hayır 'ın içeriği nedir? 

Bunun yanıtı Başkaldıran İnsan'da
"İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, 
ama güzelliğini koruyarak saçma ve yücelik için nasıl yaşayabilir?"
Camus'ye göre sanat `yalancı bir lüks' ve bencil bir edebiyatçının yapıtı
değildir. Sanat yaşayabilir, kullanılabilir bir durumdadır;
gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı
ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar.
Başkaldıran İnsan, başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın
boyutlarında. Başkaldıran İnsan, adalete ve özellikle doğruluğa
vurgundur, mutlak olan'ın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve
kanın romantik baş dönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise,
o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yadsıma onu intihara mı,
yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür?

KİRLERİN/İN ÜSTÜNDE MAVİ-ŞEVKET KARAKIŞ

"...Aynı göğün altında, aynı maviyi içen
uzağındayız iki ayrı kentin.
Yokluğuna çoğalıyorum mistik dizelerde.
Boşluğunda üşüdüğünü görüyorum
yasak hayallerimizi taşiyan rüzgarın
ve kokusu gecemize tünemiş
harlanmış hasretin yandığını.
İsyanım büyüyor sabrıma karşı
Gün geceyi dağıtmalı diyorum,
Geceden önce ben dağılıyorum..."

Şevket Karakış -"Kirlerin/in Üstünde Mavi" kitabından-

26 Şubat 2013 Salı

ATAOL BEHRAMOĞLU

NE GÜZEL SUÇLUYUZ BİZ HEPİMİZ/SEVGİ SOYSAL

NE GÜZEL SUÇLUYUZ BİZ HEPİMİZ


Sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim, bozkıra, senden benden yalnız.

Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Bozkır senden benden yalnız, oysa yaratık dolu, yaşam dolu –ya karıncalar.

Hep oturup cigara içiyoruz yetersiz, konyak içiyoruz yetersiz, en asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz –ya bozkır.

Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyim, en büyük güzelliğim senin bilinmezliğin, duymazlığın –ya en boş damlalar gözlerimizde.

Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz –ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz.

O başka, yapışkan bizimki, yağmurlarla yıkanmaz.

Bak, hayal kurarım, en zevksiz acıklılara gözyaşı dökerim de kendimi bilmem. Biz bilmeyiz birbirimizi; böylesine mutluyuz bazı.

Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları çoktan. Bu önemli değil; biz çoktan tükenmişiz.

Somutlara güvenimiz yok hiç; onlar yok. Herkesler her şeylerini çok şeylere harcıyorlar, tutsak kılıyor bu şeyler onları, hep onlara çarpıyorlar yaşantılarında.

Ama bak, gerçek tutsaklar biziz, soyuttan gelir bizim ki, savaşılmaz.

En değerli somutlarımı yoktan satarım da kurtulamam ötekilerden, bilirsin.

Bırakıp bırakıp ırak kentlere bile gidemeyiz, bu uğraşı ister.

Bak, bizi ağaçlandırmak güçtür –ya bozkır.

Not:Sevgi Soysal’ın ilk eşi Özdemir Nutku ve Erdal Öz‘le birlikte ‘kurucularından’ sayılabileceği ve daha ilk sayısında teşhir ettiği ‘acemilerle’ -Hüseyin Cöntürk, Turgut Özakman, Orhan Duru, Metin And, Ali Püsküllüoğlu, Metin Eloğlu, Özdemir İnce, Ece Ayhan ve Edip Cansever- edebiyata büyük soluk getirmiş ‘Değişim’ dergisinde yayınlanan yazısı. Bu yazı, Sevgi Soysal’ın, bir basılı organda yayımlanan ilk yazısıydı ve altında Sevgi Nutku imzası vardı.

METİN ALTIOK'TAN ZEYNEP'E MEKTUPLAR

Sivas Katliamı’nda kaybettiğimiz usta şair Metin Altıok’un, kızı Zeynep Altıok Akatlı’ya yazdığı mektuplar kitaplaştırıldı. Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle 14 Ocak tarihinde raflarda yerini alan kitap, gazeteci Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan Özkan’a ithaf edildi.

“Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar” adıyla okuyucuyla buluşacak kitabın tanıtım bülteninde şu satırlara yer verildi:

“Edebiyatımızın “acıya kiracı” şairi Metin Altıok’un, kızı Zeynep’ten çok uzaktayken ona yazdığı mektuplar sadece sevginin ve dindiremediği bir özlemin değil; onun şiirinin de aracısı. Altıok’un mektupları kâh Bingöl’den gönderiliyor, kâh İzmir’den, “sevgili meleğine, biriciğine.” Felsefe öğretmeni olarak atandığı Bingöl’den haberler verirken, iç dünyasının iniş çıkışlarını, sarsıntılarını, sitemlerini yine de en çok özlemini yazıyor Altıok. İçtenlikle yazıyor, ruhunu açıyor, onca uzaklıktan kızına ulaşmaya çalışıyor. Bu mektuplarda bir babanın duyguları, özlemleri olduğu kadar öldürülen Cavit Orhan Tütengil’e ne oldu sorusu da, kendi yaptığı Kibele heykelciklerinin gözaltına alınışları veya Bingöl’ün yoksulluğu da var. Kısacası yalnız kalmış bir şairin dünyası. Şair Metin Altıok’un yanında, baba Metin Altıok’u da tanımak isteyenler için bu mektuplar eşsiz birer ipucu...”
Kaynak:odatv.com

SABAHATTİN ALİ/BÜTÜN ŞİİRLERİ


Hapishane Şarkısı 1-2-3

1- 

Göklerde kartal gibiydim. 
Kanatlarımdan vuruldum; 
Mor çiçekli dal gibiydim, 
Bahar vaktinde kırıldım. 

Yar olmadı bana devir, 
Her günüm bir başka zehir; 
Hapishanelerde demir 
Parmaklıklara sarıldım. 

Coşkundum pınarlar gibi, 
Sarhoştum rüzgarlar gibi; 
İhtiyar çınarlar gibi 
Bir gün içinde devrildim. 

Ekmeğim bahtımdan katı, 
Bahtım düşmanımdan kötü; 
Böyle kepaze hayatı 
Sürüklemekten yoruldum. 

Kimseye soramadığım, 
Doyunca saramadığım, 
Görmesem duramadığım 
Nazlı yarimden ayrıldım. 


2- 

Ey gönül, kuşa benzerdin, 
Kafesler sana dar gelir; 
Bir yerde durmaz gezerdin, 
Hapislik sana zor gelir. 

Ey gönül, acaip huyun, 
Boğazından geçmez tayın, 
Acır testindeki suyun; 
Aklına nazlı yar gelir. 

Gözlerin uzağa bakar, 
Kimden ne beklediğin var? 
Yar semtinden gelen rüzgar 
'Seni unuttu! ' der gelir. 

Bakmazsa senin yüzüne 
Çok görme elin kızına; 
Dışarda serbest gezene 
Hapiste yatan hor gelir. 

Ayağında gezen itler, 
Başının üstünden atlar; 
Hapise düşen yiğitler 
Yari dışarda kor gelir. 


3- 

Burda çiçekler açmıyor, 
Kuşlar süzülüp uçmuyor, 
Yıldızlar ışık saçmıyor, 
Geçmiyor günler, geçmiyor. 

Avluda olta vururum; 
Kah düşünür, otururum, 
Türlü hayaller görürüm; 
Geçmiyor günler, geçmiyor. 

Gönülde eski sevdalar, 
Gözümde dereler, bağlar, 
Aynada hayalim ağlar, 
Geçmiyor günler, geçmiyor. 

Dışarda mevsim baharmış, 
Gezip dolaşanlar varmış, 
Günler su gibi akarmış... 
Geçmiyor günler, geçmiyor. 

Yanımda yatan yabancı, 
Her sözü zehir gibi acı, 
Bütün dertlerin en gücü; 
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Sabahattin Ali

Kaynak:antoloji.com

11 Ocak 2013 Cuma

RIFAT ILGAZ/UTANCIMI ANLATIYORUM


UTANCIMI ANLATIYORUM

Ölüm hiç özenilecek şey değil
Sevgilim ölümün güzeli yok
Bir çirkin oluyor insan görme
Sevmeyi düşünmeyi unutuyor
Ölecek misin ya bir meydanda öl
Ya da dağ başında kavgan için

Böyle yatakta miskince ölme
Önce ellerden başlıyor ölmek
Hiç yarım kalmış bardak gördün mü
Kurulmuş kol saati komodinin üstünde
Kitap gördün mü az önce okunmuş
Görmedin değil mi ben çok gördüm
Bu yüzden ölemiyorum kolay kolay

Hem ölmek de nerden aklıma geliyor
İnsanlar uzayda dolaşırken
Bütün ilaçları içiyorum yarım kalmasın diye
Bütün kitapları okuyup bitiriyorum
Boyuna kuruyorum saatimi
Getirdiğin portakalları yiyorum

Sana beğendirmek zorundayım kendimi
Bilmiyorsun direnmek zorundayım
Utanırım karşında ölmekten
Yaşıyorum böyle daha iyi

(1961)
Soluk Soluğa adlı şiir kitabından 1962
Bütün Şiirleri 1927-1991(Çınar Yayınları)

Rıfat ILGAZ

(Kaynak:siir.gen.tr)

7 Ocak 2013 Pazartesi

EVLİLİĞE KARŞI/GLENN CAMPBELL

Milyonlarca insanın hayatını etkileyen büyük bir sorunumuz var: Evlilik! Hayatın, her gün gözümüzün içine soktuğu gerçekler, artık nikah masalarındaki emanet kostümlerle maskelenemeyecek kadar çıplak: Evlilik giderek daha fazla sayıda insana hayatı zindan ediyor.

Etrafımızdaki her şey evliliğe işaret ediyor. Hemen hemen bütün dinler, ideolojiler ve rejimler evliliği teşvik ediyor. Eğitim, bilim, kültür, sanat ve gelenekler evliliği yüceltiyor. Çocukluktan yetişkinliğe kadar adeta evliliğe endekslenerek büyüyoruz. Kutsallığını sorgulamayalım diye her türlü yol ve yöntem deneniyor. Çarpıtma, yalan ve manipülasyon bazen gelenek kisvesi altında bazen de bilimsel bilgi kılığında üzerimize çörekleniyor.

İnsanlar adeta arkadan havuza itilir gibi evlilik kurumunun içine itiliyor. Sonra da, ya acı dolu bir alışma döneminin ardından mecburen kaderlerini kabulleniyorlar; ya da işler dayanılmaz boyutlara ulaştığında, proje büyük bir patlamayla havaya uçuyor. Evet, “mutlu evlilik” diyebileceğimiz örnekler de var ama çoğu durumda evlilik bireyin hayatında ciddi tahribatlar yaratıyor. Onlarca yıla ya da koca bir ömre yayılan trajedilere yol açabiliyor.

Peki evlilik denilen şey aslında nedir? Sevdiğim insanla bir hayat kurmak için neden toplumun ve devletin onayını almam gerekiyor? Bir ilişkinin nasıl yaşandığı mı önemlidir, yoksa onun belgelenmesi mi? Peki aşk, sevgi, sadakat ve ömür boyu sürmesi arzulanan bir beraberlik, resmi bir sözleşmeyle güvence altına alınabilir mi?

Kendisi de “evliliğin çemberinden” geçen Amerikalı yazar Glenn Campbell, evliliğe karşı adeta bir manifestoya dönüşen bu kitapta, evliliğin sosyal, yasal, ekonomik ve psikolojik sonuçlarını ele alıyor. Aklınızda kasvetli bir teorik kitap canlanmasın sakın! Çünkü Campbell, eksilmeyen bir ironi ve zengin örneklemelerle, gayet açık ve net, az ve öz konuşuyor.

Evlilik Nedir? - Bağlanma - Cinsellik ve Yakınlık - Narsisizmden Kurtulmak – Özgürlük – Sınırlar - Duygusal İlişki Teorileri - Güzellik Meselesi - Seçme Sorunu - Aşk Bir Hayır Kurumu Değildir - Evlilikte Komünizm Sorunu - İki Kişilik Bürokrasi - Reklam Aldatmacaları - Düğün Hastalığı - Charles ve Diana’nın Düğün Felaketi - Bağlılık ve Pazarlık - Sevmek ve Vermek - Kişilik - Paranın Gücü - Çocuklar - Akıl Hocaları ve Parazitler - Değişen İhtiyaçlar - Yatırım Etkisi - 1960’lardan Günümüze - Karanlık Yıldız Düeti - Aşk Bitip De Evlilik Bitmediğinde - Erkek ile Kadın Arasında Kırık Kalpler Güreşi - Seks Aldatmacası - Yeninin Baştan Çıkarıcılığı - Yaşam Sorunları - Kendi Platonuza Ulaşmak - Gelişimin Durması - Kendi Müzenize Tıkılıp Kalmak - Değişimin Kaçınılmazlığı - Büyük Boşanma Dalgası: Tsunami Bize Doğru Geliyor! - Eşcinsel Evlilikler Yasaklansın (Heteroseksüel Evlilikler De)! - Ölüm Yardımları
(Kaynak:yenikitaplar.org)

OĞUZ ATAY


6 Ocak 2013 Pazar

DİL FELSEFESİ/ATAKAN ALTINÖRS

Dilin mahiyetini/neliğini düşünce, kültür, varlık ile ilişkilerinde soruşturan yanıyla felsefeyi konu alan 50 Soruda Dil Felsefesi, “50 Soruda” dizisinin 14. kitabı. Yazarı Atakan Altınörs’ün Antikçağ’dan günümüze felsefe tarihinde dil hakkında ortaya konmuş başlıca görüşleri anlaşılır ve rahat okunan bir üslupla sunduğu kitapta yer alan bazı sorular şunlar:

Dil felsefesinin dilbilimden ayrılan yönü nedir? Hayvanlar arasındaki iletişim biçimleri bir dil meydana getirir mi? Dilin kökeni neden bir felsefî sorundur? Anlam nedir? Antikçağ felsefesinde dile nasıl yaklaşılmıştır? Ortaçağ’da dil felsefesinde tartışılan başlıca konular nelerdir? Descartes’ın dil felsefesi alanındaki önemi nedir? Berkeley’in dil anlayışı nasıl tasvir edilebilir? Rousseau’nun dil felsefesi alanındaki görüşleri nasıl özetlenebilir? Marksizm dile nasıl yaklaşır? Mantıkçı pozitivizmin dile yaklaşımı nasıldır? Chomsky’nin dil görüşü nasıl özetlenebilir?
(Kaynak:bilimvegelecek.com)

DÜŞÜŞ/ALBERT CAMUS


Albert Camus çağdaş düşün ve yazın dünyasındaki saygın yerini yalnızca oyunlarıyla da, yalnızca "Sisifos Söyleni" ve "Başkaldıran İnsan"la da alırdı belki. Ama Camus'yü Camus yapan öncelikle anlatı yapıtlarıdır. "Yabancı" (1942), "Veba" (1947) ve "Düşüş"se (1956) bu yapıtlar arasında üç büyük doruktur. Ancak, kimi yazınseverler bu üç başyapıt arasında daha çok "Düşüş"ü yeğlerler. Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence'ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. 
 
"Artık çok geç, her zaman hep geç olacak"

ANNA KARENINA/LEV TOLSTOY

Anna Karenina

Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır. Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.
Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir. Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider. Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır. Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır. Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır. Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır. Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez. Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder. Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.
Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar. Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar. Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar. Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar. Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur. Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar. İyice bunalıma girer. Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder.
Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer. Çareyi orduya yazılmakta bulur.

Tolstoy
Rus edebiyatının tanınmış romanlarından olan Anna Karenina, realist bir eserdir. Tolstoy, bu eserinde kişileri tek tek ruhsal açıdan incelemiş, romanına psikolojik boyut kazandırmıştır. Anna Karenina’da dürüst bir ev liliğin getirdiği mutlulukla evlilikteki yasak aşkın yol açtığı yıkım anlatılır. Bu romandan 19. yüzyıl Rus aile yapısı hakkında bilgiler edinilebilir.

(Kaynak:edebiyatfakultesi.com)

4 Ocak 2013 Cuma

AHMET TELLİ


BABAM ÇALILIĞA DÖNÜŞÜNCE/Joke van Leeuwen

Savaş ve savaşın getirdikleri, ülkesinden ayrılmak zorunda kalan insanların yaşadıkları, Joke van Leeuwen’ın dil cambazlıklarıyla, mizahıyla, yarattığı ilginç karakterler ve kurgusuyla bir kara komediye dönüşüyor. Leeuwen savaşı besleyen “biz, ötekiler, kuzeyliler, güneyliler” gibi ayrımların anlamsızlığına işaret ederken, çocuklarla yetişkinlerin dünyayı yorumlayışlarında ne kadar farklılaştığını ustalıkla vurguluyor. 
Hızlı temposu, sıradışı olay örgüsü ve benzersiz üslubuyla Babam Çalılığa Dönüşünce, 2011’de Hollanda’nın önemli ödüllerinden Vlag&Wimpel Ödülü’nü aldı. Leeuwen bu kitabında da kurguyu, çok sevilen romanı Cik!’ten aşina olduğumuz özgün çizimleriyle besliyor, bütünlüyor. Savaş gibi ağır bir konuyu ele aldığı Babam Çalılığa Dönüşünce’de, kaçınılmaz olarak satır aralarına nüfuz eden hüznün yanı sıra, eğlence ve serüven vaat ediyor. Böylece ortaya, şaşırtıcı, etkileyici, başyapıt olmaya aday bir roman çıkıyor. 
Toda’nın babası çalılığa dönüşmeden önce usta bir pastacıdır. Her sabah yirmi çeşit kremalı pasta ve üç çeşit turta pişirmek için gün ışımadan kalkıp işe koyulur. Ta ki günün birinde her şey değişene kadar… Güneyde savaş patlak verince, Toda’nın babası da askere alınır. 
Toda babaannesiyle kalmıştır ama bir süre sonra çatışmalar yaşadıkları kente de sıçrar. Toda’nın, yurtdışında yaşayan annesinin yanına gitmesi gerekecektir. Yolculuk ne kadar maceralı, ne kadar tehlikeliyse de, Toda ne yapıp edip annesini bulmaya kararlıdır…




















ANARŞİST BANKER/FERNANDO PESSOA

20. yüzyıl edebiyatının en ilginç kişiliklerinden Fernando Pessoa, kendi adının yanı sıra kendisinin farklı yanlarını yansıtan hayalî şairlerin adlarıyla yazdığı yapıtlarıyla dünyanın en gizemli şairlerinden, yazarlarından biridir. 1935 yılında ölen Pessoa, ancak ölümünden bir yıl sonra, olağanüstü zengin düş dünyasıyla üne erişti. Yazarın şiirleri dışında sağlığında yayınlanan biricik anlatısı olan Anarşist Banker’de, iki arkadaşın bir yemek sonrasında başlayan sohbeti, okuru ‘burjuva toplumu’nun derinliklerine sürükler. İki arkadaştan biri, hem banker, hem de anarşist olduğunu söyler....

Ona göre, bankerlik, gerçekleşebilir tek anarşist eylemdir. Pessoa, ilk basımı 1922’de yapılmış olan Anarşist Banker’de, antik çağ felsefesinin diyalog yöntemini izleyerek, günümüz burjuva toplumunun ikiyüzlülüklerini, haksızlıklarını gözler önüne serer, ince bir alay içeren, zekice akıl yürütmelerle paranın iktidarını sorguya çeker.

3 Ocak 2013 Perşembe

FARELER VE İNSANLAR/JOHN STEINBECK

Ünlü Amerikan yazar John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanı, kendilerine ait küçük bir ev ve arazi satın alma hayaliyle Kaliforniya’nın Salinas Vadisi’ndeki bir çiftliğe çalışmaya giden iki arkadaşın ve çiftlikte çalışan diğer işçilerin karın tokluğuna verdikleri zorlu yaşam mücadelesini anlatır.

Fareler ve İnsanlar romanın orijinal adı “The Mice and Men”dir. Roman, 1937 yılında yayımlanmıştır. 114 sayfalık bir metne sahiptir.

1902 yılında Kaliforniya’nın Salinas kasabasında doğan John Steinbeck, romanlarının çoğunda Kaliforniya’nın Salinas Vadisi’ndeki çiftliklerde çalışan tarım işçilerinin kötü çalışma koşullarını, zengin tarla sahipleri tarafından sömürülmelerini; her türlü olumsuzluğa rağmen yaşama sevinçlerini, umutlarını kaybetmeyen, yaşama tutunmaya çalışan insanları anlatır. Ezilen, sömürülen tarım işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir edebiyatçı olarak elinden geleni yapar. Çocukluk ve gençlik yıllarında kendisi de bu çiftliklerde çalıştığı için buradaki işçilerin durumunu yakından gözlemleme imkanı bulmuş, bunları eserlerine etkili bir biçimde yansıtmıştır.

John Steinbeck, Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath, 1939) adlı romanıyla 1940’da Pulitzer Ödülü’nü, 1962 yılında ise edebiyata olan katkılarından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştır. 1968 yılında ölmüştür.

Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga, İnci, Sardalye Sokağı adlı romanları çok ünlüdür.

(Kaynak:yenimakale.com)

ŞEKER PORTAKALI/Jase Mauro de Vasconcelo

   Brezilyalı ünlü yazar Jase Mauro de Vasconcelo, 1920de Rio de Janeiro yakınlarında, Banguda doğdu. Çok yoksul olan ailesi, onu Natal kasabasındaki amcanın yanına yolladı. Orada dokuz yaşındayken Potengi Irmağında yüzmeyi öğrendi ve hep günün birinde yüzme şampiyonu olmanın hayalini kurdu. Liseyi Natal de bitirdeikten sonra iki yıl tıp öğrenimi gördü. Öğretimini yarıda bırakıp yeni hayaller peşinde Rio De Janeiro ya döndü.
Yazarın (Jose Mauro De Vasconcelos) çocukluğunu anlattığı kitapta, romanın baş kahramanı 5 yaşındaki yoksul Zézé her şeyi sorgularayak öğrenen, akıllı ama talihsiz bir çocuktur. Kurduğu hayal dünyasında, şeker portakalı fidanıyla sıkı bir dostluk kurar...


   "Evimizde, her büyük kardeş, bir küçük kardeşin bakımından sorumluydu. Ben de küçük kardeşim Luis ile ilgileniyor, onu gezdiriyor, bîr şeyler öğretiyordum. Edmundo dayının bana an­lattıklarını, bilgiç bir eda ile ona anlatıyordum. Bu arada, Gloria ile Lala ablalarımı gördüm. Bana, kızgın kızgın bakıyorlardı. De­mek ki, Bayan Celina’mn çamaşır asılı ipini kestiğimi öğrenmiş­lerdi. Benim için dayaktan kurtuluş yoktu.
   Annem, bugün hepimiz evi görmeye gidiyoruz dedi. Beni de, evi daha Önce gördüğümü söylememem için ikaz etti. Anneme acıyordum. Hemen hemen doğduğu günden beri çalışıyordu. Evin Önüne gelince annem, “burası” deyip, kapıyı açtı. Ablalarım, hemen ağaçlara koşup, her birine sahip çıktılar. Bana, hiç ağaç kalmamıştı. Koştum, ama yüksek otlardan, yaşlı ve diken dolu birkaç portakal ağacından başka bir şey bulamadım. Irmağın kıyısında da küçük bir şekerportakalı fidanı vardı. Onu da ben beğenmedim. Gloria ablam, “Düşün Zeze! Daha çok genç. Seninle birlikte büyüyecek. Günün birinde büyük bir portakal ağacı olacak. İki­niz, iki kardeş gibi birbirinizi anlayacaksınız” diyerek, kendini yeryü­zünün en talihsiz kişisi sanan beni ağacın dibinde bırakıp gitti.
   Birden, ağaçtan bir ses duydum. “Sen gerçekten konuşuyor mu­sun?” dedim. “Sesimi işitmedin mi?” diye cevap verdi. Sonra da, bana ağaçların aynı anda her yanlarıyla konuşabildiklerini söyle­di. Aynı zamanda, konuştuğunu sadece ben bilecek, ben duyabi­lecektim. Hatta, üstüne çıkıp at gibi sallandım. Çok hoşuma git­mişti."

FARELER VE İNSANLAR/STEINBECK


Okumak güzeldir ama bazılarına göre sakıncalı ve tehlikelidir...

İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü kitap yasakladı. 'Şeker Portakalı' ve 'Fareler ve İnsanlar'a sansür..
İzmir'de John Steinbeck'in eseri Fareler ve İnsanlar sansürlenirken, Bahçelievler'de öğrencilerine tüm dünyada çocukların ilgiyle okuduğu Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos'un Şeker Portakalı kitabını okutan Türkçe öğretmenine soruşturma başlatıldı...

1 Ocak 2013 Salı

MONTAIGNE


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR/10.MEKTUP


dün bir şiir daha yazdım senin için. 

önce tuttum karşıma oturttum seni, 
konuşturdum, güldürdüm, ağlattım. 
her halin hoşuma gidiyordu. 
kadındın, ama önce insandın. 
güzeldin, ama önce iyiydin. 
elbette seni yazacaktım, senin için yazacaktım. 
bana ( çok yazıyorsun ) diyorlar. 
bir insana ( sen çok yaşıyorsun, öl artık ) denir mi? 

benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! 
yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben. 
yürürken, konuşurken, sevişirken hep şairliğimin içindeyim, o da benim içimde. 
birbirimizi tamamlıyoruz durmadan. 

sen hiç denize baktığın zaman bir orman gördün mü? 
dağların gökyüzüne en yakın olduğu yerde yeraltı nehirlerini düşündün mü hiç? 
öpüşürken, sevişirken açların, yoksulların yüreği çarptı mı sende? 
güldüğün zaman afrika`da isimsiz bir zenciyi hatırlayıp, onun büyük acısını duydun mu derinden? 

senin o güzel gözlerin bende yalnız seni görüyor. 
seviyorsan beni seviyorsun, beni istiyorsun benden. 
oysaki ben sende bütün insanlığı, güzelliği seviyorum. 
al gözlerimi de kendine bir benim gözlerimle bak. 
gör, ne kadar erişilmez, ne kadar yüce olduğunu. 
her maddenin bir atomu olduğu gibi bir şiiriyeti de vardır. 
bilgin atomu parçalayan, sanatçı ise şiiriyeti bulan, işleyen ve onu sanat haline getiren insandır. 
şiir bir köprüdür madde ile ruh arasında. şiir güzelliğin en yoğun ifadesidir ve nefes alışıdır duygularımızın. 
atom gücü, elektik gücü gibi bir de şiir gücü vardır dünyada. 
sanatçı bu gücü ellerinde tutan kimsedir işte. onu şiir, müzik, 
heykel ve resim haline getiren mutlu kişidir o.. 

her zaman, her yerde söylemişimdir. ( hayatımdan şairliğimi çıkarırsanız geriye önemli bir şey kalmaz ) diye. yazmamı bana çok görmeyin.... 

BOL KİTAPLI BİR YIL OLSUN 2013 :)